YARGITAY KARARLARINA GÖRE

İŞYERLERİNDE MEYDANA GELEN İŞ KAZALARI

  

 

Oktay Tan (M.Sc)

Öğr. Gör.

Yıldız Teknik Üniversitesi

MYO İş Güvenliği Bölümü           

 

BU MAKALE 21 MART 2009 GUNU YILDIZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ REKTÖRLÜK BİNASI HÜNKAR SALONUNDA SUNULMUŞTUR.
 

Türk Hukukunda iş kazası kavramı, bir yönüyle bireysel iş hukukunu ilgilendirirken, diğer yönüyle sosyal sigortalar hukukunu da ilgilendirmektedir.[1] Zira iş kazası, işyerlerinde oluşan risklere karşı önlem alınmaması sonucu oluşmaktadır. Bu bakımdan, riskleri önlemek üzere İş Kanunu ile olduktan sonra da zarara uğrayan işçiyi Sosyal Sigortalar Kanunu ile güvence altına alınmıştır.

 

Sosyal Sigortalar Hukukunda “iş kazası”nın tanımı bulunmasına karşın, bireysel iş hukukuna ilişkin İş Kanunundaki düzenlemelerde bu kavramı tanımlamaya yönelik herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. Gerçi, İş Kanunu’nun beşinci bölümünde iş sağlığı ve güvenliğine yönelik hükümler arasında iş kazası sözcüğü bulunmasına rağmen, bu hükümlerin arasında iş kazasının kavramı tanımlanmamıştır.

 

Öte yandan, Borçlar Kanununun 332. maddesinde işverenin alması gerekli önlemlerden söz edilmesine rağmen, bu yasada da iş kazası kavramının bir tanımı yer almamıştır. Öğretide, Sosyal Sigortalar Kanununun iş kazası tanımına ilişkin bu hükmünün, kavramı tanımlamaktan çok, onun bazı unsurlarına değindiğinden söz edilmektedir. Bu nedenle, kavrama ilişkin bazı başka unsurları da içeren tanımlamalar yapılmakta ve iş kazası kavramının tanımına ilişkin hükümleri, sadece Sosyal Sigortalar Hukukuna ilişkin düzenlemelerde görülmektedir. Yürürlükte bulunan 5510 sayılı Sosyal Sigortalar Ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 13. maddesinde, "İş kazasının tanımı, bildirilmesi ve soruşturulması" üst başlığı altında şu hükümlerle iş kazasının tanımı yapılmıştır. İş kazası;

a)      Sigortalının işyerinde bulunduğu sırada,

b)      İşveren tarafından yürütülmekte olan iş nedeniyle veya görevi nedeniyle, sigortalı kendi adına ve hesabına bağımsız çalışıyorsa yürütmekte olduğu iş veya çalışma konusu nedeniyle işyeri dışında,

c)      Bir işverene bağlı olarak çalışan sigortalının, görevli olarak işyeri dışında başka bir yere gönderilmesi nedeniyle asıl işini yapmaksızın geçen zamanlarda,

d)     Emziren kadın sigortalının, çocuğuna süt vermek için ayrılan zamanlarda,

e)      Sigortalıların, işverence sağlanan bir taşıtla işin yapıldığı yere gidiş gelişi sırasında,

meydana gelen ve sigortalıyı hemen veya sonradan bedenen ya da ruhen özüre uğratan olaydır. Bu Kanunda iş kazasının tanımı yapılmaktan çok, iş kazasının kimi unsur ve koşullarını, daha doğrusu, ne gibi “hal ve durumlarda” bir kazanın iş kazası sayılacağı, “yer ve zaman” koşullarıyla sınırlayarak belirtmektedir.

 

Bu hüküm, iş kazası kavramını tanımlayan en kapsamlı hükümdür. Zira, daha önce 506 sayılı Kanunun 11/A maddesi ile hizmet akdiyle çalışan işçiler, 1479 sayılı Bağ-Kur Kanunu’nun 82. maddesi ile hizmet akdine bağlı olmaksızın kendi adına ve hesabına bağımsız çalışanlar, yine 2925 sayılı Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanunu ve 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar için ayrı ayrı iş kazası kavramına yer vermiş iken bu gün 5510 sayılı yasa ile tek madde haline getirilmiştir.

 

Ancak, bu makalede, sadece 4857 sayılı İş Kanunu kapsamında çalışanların geçirecekleri iş kazaları incelenecektir.

 

5510 sayılı yasaya göre iş kazası, yasanın 13. maddesinde belirlenen durumların birinde meydana gelen ve bu yasa çerçevesinde sigortalı olarak nitelendirilen bir kişiyi; irade dışı, ani ve dışsal nitelikteki bir kaza neticesinde hemen veya sonradan, bedenen veya ruhen zarara uğratan olay"dır.[2] Bu tanım gözönüne alındığında, Sosyal Sigortalar Kanunu uygulaması bakımından bir olayın iş kazası olarak nitelendirilebilmesi için dört unsurun gerçekleşmesi gerekir. Bunlar;

·         Kazaya uğrayanın sigortalı olması,

·         Kazalının hemen veya sonradan cismani (bedenen veya ruhen) özüre uğraması,

·         Sigortalının yer ve zaman itibariyle kazaya uğraması,

·         Kazada nedensellik bağının bulunmasıdır.

 

Şu halde, Sosyal Sigortalar Hukukunda, sigortalıyı bedenen ve ruhen zarara uğratan her kaza olayı, iş kazası sayılmayacaktır. Ancak, sigortalının her hâl ve durumda uğradığı iş kazası değil, sadece 5510 sayılı kanunun 13. maddesinde sayılan durumlarda uğradığı kaza, iş kazası olacaktır.

 

İş kazasının genel olarak tanımı konusunda birçok görüş bulunmaktadır. Bir görüşe göre “iş yapılırken veya işin yapılması nedeniyle meydana gelen kaza iş kazasıdır”. Bu görüş, iş kazasını oldukça dar bir çerçeve içine sokmaktadır.

 

Diğer bir görüşe göre ise, “işçinin, işverenin otoritesi altında bulunduğu sırada meydana gelen kazalar iş kazasıdır”. “Otorite” teriminden ise, işçinin işverenin emir ve talimatı altında bulunması da anlaşılabilmekte böyle olduğunda, işçinin işveren tarafından görev ile başka bir yere gönderilmesi durumunda geçen boş zamanında, örneğin, lokantada yemek yerken ya da işverene ait malı kurtarmak amacıyla denize dalması sonucunda veya kadın sigortalının çocuğuna süt verdiği sırada bir kazaya uğraması olaylarında, işverenin ne şekilde emir ve talimatının bulunduğu sorusu akla gelmektedir. Bu bakımdan “otorite” kıstasını çok mutlak anlamda anlamamak gerekir.

 

“İşin yarattığı rizikoların neden olduğu tüm kazalar iş kazasıdır”. şeklinde iş kazasını tanımlayan görüşün ise, iş kazasını genel olarak en iyi tanımlayan görüş olduğu söylenebilir.[3]

Şimdi, iş kazasının yukarıda sözüedilen dört unsur nelerdir, onları görelim.

 

A. Kazaya uğrayanın mutlaka 5510 sayılı Kanununa göre “Sigortalı” olması:

 

Kaza sonucu bedenen ya da ruhen özürlü hale gelenin, sigortalı bir kimse olması zorunludur. Aksi halde, meydana gelen olay bir iş kazası olamaz. Örneğin, bir işverenin kendi işyerinde ücretsiz çalışan eşi ya da askerlik hizmetlerini er olarak yapmakta olanlar  kazaya uğraması durumunda 5510 sayılı Kanun anlamında bir iş kazası sayılmayacaktır. Çünkü, kimlerin sigortalı sayılacağı Kanunun 4. maddesinde belirlenmiştir. Öte yandan, 4. maddede belirlenen kişilerin sigorta hak ve yükümlülükleri yine aynı kanunun 7. maddesine göre, çalışmaya başlamalarından itibaren başlar. Örneğin, iş sözleşmesine dayanılarak bir veya birkaç işveren tarafından çalıştırılanlar, Kuruma bildirilmeden bir kazaya uğrasalar dahi yine uğradıkları kaza, iş kazası sayılacaktır. Aynı şekilde iş kazasının varlığı için, sigortalı olma dışında başka koşulların, (belli bir süre sigortalılık ya da belli bir süre prim ödemiş olma) gerçekleşmesi de aranmayacaktır. Buna göre, işe girdikten birkaç dakika sonra uğranılan kaza iş kazası olarak kabul edilecektir.  

 

5510 sayılı Kanun, istisnanın istisnası denilebilecek bir düzenlemeyle bazı kimseleri iş sözleşmesine dayanarak çalışmasalar bile bazı sigorta kolları, bu arada iş kazası ve meslek hastalıkları açısından sigortalı saymıştır. Aday çırak, çırak ve işletmelerde meslek eğitimi gören öğrencilerin uğradıkları kaza iş kazası sayılacaktır.

 

Sosyal Güvenlik Destek Primi ödeyenler (5510/5.d), Türkiye İş Kurumu tarafından düzenlenen meslek edindirme, geliştirme ve değiştirme eğitimine katılan kursiyerler, iş kazası sigortasından sağlanan yardımlardan (5510/5.e) yararlanabileceklerdir.

 

Keza, Yargıtay piyasa hamalı sayılmayan bir kimsenin haftada üç gün işverenin direktifi altında çalışmasını, sigortalı sayılmanın “zaman” ve “bağımlılık” unsurlarının oluşması bakımından yeterli bulmuş ve bu kişinin uğramış olduğu kazayı, iş kazası olarak nitelendirmiştir. Yine Yargıtay’a göre, işveren çağırdıkça işbaşı yapan, piyasa hamalı olmayıp sadece bir işverene bağımlı olarak çalışan hamalı işçi sayılmakta; dolayısıyla uğradığı kazayı iş kazası olarak kabul etmektedir.

 

Öte yandan; bir kimse işyerine arkadaşını ziyaret amacıyla geldiği sırada bir kaza geçirdiğinde, sigortalı olmadığı için, bu olay da iş kazası olarak nitelendirilemez.

 

B. Uğranılan kazanın yer ve zaman itibariyle 5510 sayılı kanunun 13. maddesinde belirtilen hususlardan birinde meydana gelmesi:

 

İş kazası, sigortalıyı bedenen ya da ruhen özüre uğratan yahut ölümüne neden olan olayın dıştan gelen bir etkenle meydana gelmiş olmasının gerekip gerekmediği konusunda farklı görüşler bulunmaktadır. İş hukuku öğretisinde bir görüşe göre[4], kaza, mağdurun vücut bütünlüğüne, dıştan gelen bir etken sonucu meydana gelmelidir. İşyerinde meydana gelen patlama, bir maddenin üzerine düşmesi, kimyasal maddeden zehirlenme, elektrik cereyanına kapılma, yüksekten düşme gibi. Buna karşılık, işyerinde meydana gelmiş olmasa dahi sigortalının kronik kalp yetmezliği veya beyin anevrizması sonucu ölümü dışarıdan gelen bir etkenle bir ölüm şekli olmadığı halde Yargıtay iş kazası olarak kabul etmiştir.[5]

 

Diğer bir sorun da, meydana gelen iş kazası olayının sigortalı tarafından istenilmemiş, olmasının gerekip gerekmediği konusunda da öğretide farklı görüşlerin var olmasıdır.

 

Sigortalının kendi kusuru sonucu uğradığı kaza da iş kazası sayılır. Sigortalının kastı, bir olayın iş kazası sayılmasına engel değildir. Gerçekten, mülga 506 sayılı SSK. madde, 110’da, kastı yüzünden iş kazasına uğrayan sigortalıdan söz edilmekte ve böylece sigortalı tarafından istenerek gerçekleştirilen bir olayın, iş kazası sayılmasını engellemeyeceği açıkça ifade edilmektedir. 5510 sayılı yasanın 22/c maddesi “Kasdî bir hareketi yüzünden iş kazasına uğrayan, meslek hastalığına tutulan, hastalanan veya Kurumun yazılı bildirimine rağmen teklif edilen tedaviyi kabul etmeyen sigortalıya, yarısı tutarında ödenir.” demekle, bir sigortalının, kasten (örneğin intihar) iş kazasına uğraması halinde bu durumu yine iş kazası olarak kabul etmektedir. Nitekim, sözkonusu maddedeki sigortalının kastı, madde de belirtildiği üzere sadece Kurumca yapılacak parasal yardımların kapsamını etkilemekte; sağlık yardımları açısından olumsuz bir sonuç doğurmamaktadır. Sigortalının kastı olayın iş kazası olarak nitelendirilmesine engel görünse idi, sağlık yardımlarının yapılması sözkonusu olmazdı. Belirtilen nedenle Yargıtay da, sigortalının işyerinde intihar etmesini iş kazası olarak kabul etmiştir. Yargıtaya göre, “... intihar eylemi eğer işyerinde gerçekleşmiş ise, olayın salt işyerinde meydana gelmesi durumunda bile, intihar eden sigortalının gördüğü işle ilgili ve işverenin kusurundan kaynaklanmamış olmasına rağmen 506 sayılı Yasanın 110. maddesi açıklığı gereği olay yine iş kazasıdır” denilmiştir. [Yarg.10.HD., 5.7.2004 tarih ve 4465/6425 sayılı, aynı yönde, Yarg.10.HD., 29.3.1979 tarih ve 8413/2759 sayılı kararları] Bu örnek, iş kazasında zarar verici olayın mutlaka dıştan gelmesinin gerekmediğini, sigortalı tarafından istenerek gerçekleşebileceğini göstermektedir.

 

1)    Sigortalının işyerinde bulunduğu sırada kazaya uğraması

 

5510 sayılı kanunun 13/a. maddesine göre, “sigortalının işyerinde bulunduğu sırada” bedenen veya ruhen özüre uğraması iş kazası olarak nitelendirilir. İşyeri, sözüedilen Kanunun 11. maddesinde, sigortalı sayılanların maddî olan ve olmayan unsurlar ile birlikte işlerini yaptıkları yerler “işyeri” olarak tanımlanmış ve işyerinde üretilen mal veya verilen hizmet ile nitelik yönünden bağlılığı bulunan ve aynı yönetim altında örgütlenen işyerine bağlı yerler, dinlenme, çocuk emzirme, yemek, uyku, yıkanma, muayene ve bakım, beden veya meslek eğitimi yerleri, avlu ve büro gibi diğer eklentiler ile araçlar da işyerinden işyerinden sayılmış bulunmaktadır.

 

Bu duruma göre, sigortalının işyerinde bulunduğu sırada, örneğin avluda koşarken düşmesi sonucu bedence sakatlanması veya yemekhanede kavga etmesi sonucu yaralanması yahut dinlenme yerinde, herhangi bir şahıs tarafından tabanca ile vurulması veya “işyerinde intihar etmesi” veya işyeri sınırları içerisinde bulunan havuz gibi yerlerde boğulma sebebiyle ölüm halleri iş kazası sayılmaktadır. [Yarg. 21.HD., 1.7.2004 tarih, 6433/6503sayılı karar]

 

Yasadaki bu düzenleme ile ortaya çıkabilecek kazaların büyük bir bölümünü iş kazası olarak kabul edilmiş dolayısıyla sigortalıya geniş bir koruma sağlanmıştır. Sigortalının hangi nedenle olursa olsun, işyerinde bulunduğu sırada uğradığı her kaza, diğer unsurlar da birlikte ise iş kazası olarak kabul edilecektir. Diğer bir anlatımla, bir işçi, işyerine veya eklentilerine ayağını bastığı andan, işyerini ayrıldığı ana kadar, çalışır durumda olsun olmasın, işverenin otoritesi altında olsun veya olmasın meydana gelen olay iş kazasıdır. Örnek olarak, Yargıtay bir kararında; bir işyerinde yıkanma yerleri yani sigortalıların kişisel vücut temizliğinin yapıldığı yerlerin işyeri olarak kabul edildiğine göre, işverenin işyerinde çalışan ve geceleri de işyerinde kalan sigortalılar için özel yıkanma yerleri hazırlamadığı bu nedenle kazalı sigortalının zorunlu olarak işyerinde bulunan “dereye” girerek yıkandığı yeri işyeri eklentisi saymış ve derede meydana gelen olayı iş kazası saymıştır. ( Yarg. GHK. 6.07.2005 tarih ve 2005/10-444,  2005/449 sayılı kararı)

 

İşçinin uğradığı kazanın mutlaka iş saatleri içinde meydana gelmesi de gerekli değildir. İşyerinde meydana gelen olay ile zarar arasında bir illiyet bağı bulunması iş kazası açısından yeterlidir; bunun için başka bir unsur aramaya gerek yoktur. Zira, kaza işin sonucu olmalıdır. Nitekim, Yargıtay bir kararında: “… fren balans ayarı servis işyerinde çalışırken, fren ayarını yaptığı aracın, krikonun kayması ile üzerine düşmesi sonucunda ölümle sonuçlanan olayın, sigortalının işyerinde bulunduğu sırada ve ayrıca işveren tarafından yürütülmekte olan iş dolayısıyla meydana gelmiş olması olgusu karşısında; iş bu ölüm olayı, belirgin biçimde 506 sayılı Kanun madde 11/A-a,b çerçevesinde iş kazasıdır” denilmiştir. Yargıtay’ın başka bir kararında ise, “506 sayılı Kanunun 11/A-a,b hükmü gereği, sigortalının işyerinde çalışırken ve işverenin işini yaparken öldüğü sabit olduğuna göre ölümün iş kazası sonucu meydana geldiğinin kabulü yerine, işyerinde sarhoş çalışırken öldüğünü gözönüne alıp olayın iş kazası sayılmayacağına karar verilmesi doğru değildir.” denilmekle  işyerinde meydana gelen her türlü olayı iş kazası olarak kabul etmektedir. (Yarg. 9. HD., 23.3.1992 tarihli, 1991-12579/1992-3624 sayılı kararı).

 

Bu bakımdan, örneğin grev esnasında greve katılan bir işçinin herhangi bir nedenle işyerinde uğradığı kaza da hiç kuşkusuz iş kazası olarak kabul edilmesi gerekir. Bu durumda kaza ile iş arasında ilgi aranmaması gerekir.[6] Çünkü, yukarıda da sözüedildiği gibi, işçi işyerine ayak bastığı andan, işyerini terk edeceği ana kadar, çalışır durumda olsun olmasın korunmaktadır.

 

Yargıtay 10. Hukuk Dairesi, sigortalının mezbahane işyerinde kesim yaparken bıçağı bacağına kaçırıp kan kaybından ölmesi olayını, “sarhoş vaziyette kesim yaptığından” iş kazası saymayan iş mahkemesi kararını bozmuştur. Yargıtay, “...sigortalının işyerinde çalışırken ve işverenin işini yaparken öldüğü sabit olduğuna göre, ölümün iş kazası sonucu meydana geldiğinin kabulü yerine, işyerinde sarhoş çalışırken öldüğünü gözönüne alıp olayın iş kazası sayılamayacağına karar vermesi”ni isabetsiz bulmuş ve aksi yöndeki yerel mahkeme kararını bozmuştur. [Y10HD., 23.3.1992, 1991-12579/ 1992-3624] Yargıtay’ın bu kararı, yasadaki iş kazası tanımına tamamen uygundur. Olay, işyerinde meydana geldiğine ve zarar bu olay sonucunda gerçekleştiğine göre, bunun için başka bir unsurun aranmaması gerekir.

 

Özetle, işyerinde, sigortalının ara dinlenmesinde top oynarken ayağını burkması, işyerinde bulunan havuzda yüzerken boğulması, üçüncü bir şahıs tarafından vurulması gibi olaylar da iş kazasıdır. Yasa koyucunun madde metninde yer verdiği anlatım, işyerinde meydana gelen kazalar arasında herhangi bir ayrım yapmayarak tüm kazaları iş kazası olarak nitelendirmek istediğini göstermektedir.

 

2)    Sigortalının işveren tarafından yürütülmekte olan iş nedeniyle kazaya uğraması

 

“İşveren tarafından yürütülmekte olan nedeniyle” (5510/13.b) meydana gelen olaylar, iş kazasıdır. Bu hükme göre, kaza işyerinde oluşmamış olsa bile, örneğin işverenin sigortalıyı işyeri dışında bir görevle başka yere göndermesi veya sigortalının işin gereği olarak işyeri dışına çıkması halinde uğradığı kaza iş kazası sayılmaktadır. Burada önemli olan, kazanın, işveren tarafından yürütülen iş dolayısıyla meydana gelmesidir.

 

Buna göre sigortalının işverenden aldığı talimat uyarınca, bir müşterinin evinde elektrik arızasını gidermeye çalışırken, elektrik akımına kapılarak ölmesi halinde iş kazası sözkonusu olacaktır. Burada önemli olan, 5510/13.b maddesi hükmü uygulanırken, sigortalının işveren tarafından yürütülmekte olan iş nedeniyle hareket edip etmediğine bakılması gerekir.

 

Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin bir kararında; tomruk deposunda tesellüm işçisi olarak görev yapan sigortalı, tomrukları depodan kamyonların durduğu tali yol ayrımına kadar traktörle götüren sürücünün işbaşında bulunmadığı bir sırada kullandığı traktörü kamyona yanaştırırken kazaya uğradığı, olay ile işverenin fiili arasında uygun neden-sonuç bağı bulunmadığı gerekçesi ile bu olayı iş kazası saymamıştır. Yargıtay 10. Hukuk Dairesi ise, benzer bir olayda kazanın meydana geldiği yeri “işyerinin eklentisi” sayarak 5510/13.a maddesi veya “sigortalı işyeri dışında görevlendirildiği” için 5510/13.c maddesi hükmünün koşullarının gerçekleştiğini, dolayısıyla olayın iş kazası sayılacağını belirtmiştir. [Yarg. 10. HD., 18.9.1990 tarihli, 6897/7605sayılı kararı]

 

Bir başka olayda, işyerinde işveren vekili, görevli müdür gibi hizmetlerde bulunan ve ayrıca işverenin harici işlerini, adliyedeki işlerini takip eden sigortalı, bir gün işverenle birlikte aynı araçla trafiğin yoğun bir iş merkezine gitmiştir. Burada, yine işverenle birlikte, caddenin bir tarafından diğer tarafına geçerken bir taşıtın sigortalıya çarpması sonucu ölmüştür. Mirasçıları işvereni dava ederek olayın iş kazası olduğunun tespitini istemişlerdir. Davalı işveren, savunmasında, sigortalının olay günü kendisi ile birlikte iş merkezine gelmek için araca bindiğini, esas amacının kızının düğünü için kredi almak olduğunu ve görevli bulunmadığını öne sürmüştür. Yargıtay, sigortalının kredi almayı planladığı bankanın başka bir yerde bulunmasını, kendisinin olay günü izinli olmamasını ve işveren vekili durumunda olan bir elemanın sebepsiz yere iş merkezine götürülmesinin sözkonusu olamayacağını ve ayrıca sigortalının işverenin her türlü dahili ve harici işlerine baktığını gözönünde tutarak, olay günü görevli olduğunu kabul etmiş ve olayı 5510/13.b maddesi çerçevesinde iş kazası olarak değerlendirmiştir. [Yarg. 10.HD., 23.10.1995 tarihli, 7796/8681 sayılı kararı]

 

3)    Sigortalının, görevli olarak işyeri dışında başka bir yere gönderilmesi nedeniyle asıl işini yapmaksızın geçen zamanlarda kazaya uğraması

 

5510 sayılı yasanın 13.c maddesi hükmüne göre, sigortalının işveren tarafından görevle işyeri dışında başka bir yere gönderilmesi halinde, asıl işini yapmaksızın geçen zaman birimi içinde uğradığı tüm kazalar, iş kazası olarak nitelendirilmektedir. İşveren, sigortalıyı işyeri dışında bir görev ifa etmekle yükümlü tutabilir, bu görev yerinin aynı veya başka ilde veya yabancı bir ülkede olması önem taşımamaktadır. Sigortalı, işverenin işi için başka yere gitmektedir, o halde işverenin otoritesi altındadır. Sözkonusu madde hükmü “sigortalının asıl işini yapmaksızın geçen zaman” deyimini kullanmış, bu zamanın nasıl değerlendirileceği hususunda bir açıklama yapmamış ve herhangi bir ayrım da öngörmemiştir.[7] Sözüedilen madde hükmünün uygulanmasında önemli olan husus, uğranılan kazanın, işverenin sigortalıya vermiş olduğu görevle ilgili olup olmadığı ve bu görevin yapılması için geçen süre içinde meydana gelip gelmediğinin tespitine bağlı bulunmaktadır.

 

Sigortalı, işveren tarafından yürütülen bir işi görürken (çalıştığı sırada) kazaya uğrarsa, maddenin b fıkrası; asıl işini yapmaksızın geçen boş zamanında (çalışmadığı sırada) kazaya uğrar ise, maddenin c fıkrası uygulama alanı bulacaktır.

 

Yargıtay 10. Hukuk Dairesi’nin, 2.6.1983 tarihli, 2061/3002 sayılı kararına göre; sigortalı işçinin, işveren tarafından yürütülmekte olan iş dolayısıyla işyerinden uzaklaştığında, boş zamanlarını normal bir yaşantı içerisinde değerlendirmesi doğaldır. Sigortalı işçinin boş zamanlarını, sinemaya, kahveye, eğlence yerine giderek değerlendirmesi mümkündür. Bunun gibi, akşam yemeğini de sahildeki bir lokantada yemesi doğal hakkıdır. Bu bakımdan, sigortalıyı görevle ayrıldığı işyerinden aynı işyerine dönünceye kadar normal yaşantı içerisinde kalmak koşuluyla boş zamanlar da dahil olmak üzere tüm risklere karşı sigortalı saymak, sosyal sigorta hukukunun ilkelerine uygun düşmektedir. Ancak, kanımızca sigortalı boş zamanlarını normal bir yaşantı içinde geçirmek zorundadır; haklı bir neden olmadıkça başkaca bir riske girmemesi gerekir.

 

Yine Yargıtay’ın [Yarg. 10. HD., 13.10.1987 tarihli ve 5024/5139 sayılı] kararına göre, işveren sigortalıyı görevle başka bir yere gönderdiğinde, işçi yolda parkta arkadaşlarıyla oturup konuşurken bir bombanın patlaması sonucunda ölmesini “... olayın sigortalının görev ile başka bir yere gönderildiği zaman süreci içinde ortaya çıktığı kuşkusuz olduğuna göre, kazayı iş kazası saymak yasal zorunluluktur” diyerek iş kazası saymıştır.

 

Yine aynı nedenle, malzeme almak üzere işverence toptancıya gönderilen sigortalının gerekli alış-verişi yaptıktan sonra yol üzerinde bulunan babasına ait dükkanda çay içerken silahlı saldırıya uğrayarak ölmesi de iş kazasıdır. [Yarg. HGK., 5.6.1996 tarihi, 228/454 sayılı kararı]. Buna karşılık, sigortalının kendi kullandığı özel arabası ile görev yerine hareket etmeden önce, ailesi ile vedalaşmak üzere evine gitmekte iken trafik kazası geçirmesi durumunda iş kazası sayılmamıştır.[Yarg. 9. HD., 15.10.1991 tarihli, 7939/11315 sayılı kararı]. Çünkü, burada kaza, işçinin görev ile başka bir yere gönderilmesi sırasında değil, bundan önce, evine gittiği sırada, açıkçası görev dışında meydana gelmiştir. Bu olayı 5510/13-c kapsamında değerlendirmek mümkün değildir.

 

Diğer bir Yargıtay kararına göre; iş kazası nedeniyle hastanede tedavi edildikten sonra taburcu edilip evine gönderilen sigortalının yolda uğradığı trafik kazası da iş kazası sayılmamıştır. [Yarg. 10. HD., 25.5.1989 tarihli, 3064/4630 sayılı kararı]

 

Yargıtay’ın önüne gelen başka bir uyuşmazlıkta, Amasya’daki bir işyerinde çalışmakta olan davacı, mülkiyeti şirkete ait olan ve işverenin oğlunun sevk ve idaresindeki bir araçla, yanlarındaki birkaç kişi ile birlikte eğlenmek üzere Çorum’a gitmiş, gece burada eğlendikten sonra, aşırı alkollü bir şekilde hep birlikte Samsun istikametine giderken trafik kazası geçirmiştir. Davacı, işveren tarafından görevle gönderildiği iddiası ile bu olayın iş kazası olarak tespitini talep etmiş, mahkemece istek doğrultusunda karar verilmiştir. Yargıtay ise, “özel amaçlı eğlence ve seyahatler sonucu meydana gelen kazaların iş kazası olarak nitelendirilmesi mümkün değildir” sonucuna ulaşmış ve mahkemenin kararını bozmuştur. [Yarg. 21.HD., 29.4.2002 tarihli, 2036/3525 sayılı kararı].

 

4)    Emziren Kadının sigortalının, çocuğuna süt vermek için ayrılan zamanlarda kazaya uğraması

 

4857 sayılı İş Kanunu’nun 88. maddesine dayanılarak çıkarılan “Gebe veya Emziren Kadınların Çalıştırılma Şartlarıyla Emzirme Odaları ve Çocuk Bakım Yurtlarına Dair Yönetmelik” in 15. maddesine göre, yaşları ve medeni halleri ne olursa olsun, 100-150 kadın işçi çalıştırılan işyerlerinde, bir yaşından küçük çocukların bırakılması ve bakılması ve emziren işçilerin çocuklarını emzirmeleri için işveren tarafından, çalışma yerlerinden ayrı ve işyerine en çok 250 metre uzaklıkta bir emzirme odasının kurulması zorunludur. Yine, yaşları ve medeni halleri ne olursa olsun, 150 den çok kadın işçi çalıştırılan işyerlerinde, 0-6 yaşındaki çocukların bırakılması ve bakılması, emziren işçilerin çocuklarını emzirmeleri için işveren tarafından, çalışma yerlerinden ayrı ve işyerine yakın bir yurdun kurulması zorunludur. Yurt açma yükümlülüğünde olan işverenler yurt içinde anaokulu da açmak zorundadırlar. Ancak, 100’den az kadın işçi çalıştırılan işyerlerinde emzirme odası kurulması zorunluluğu bulunmadığından, böyle işyerlerinde emzikli kadın işçilere, bir yaşından küçük çocuklarını emzirmeleri için günde toplam bir buçuk saat süt izni verilir. Bu sürenin hangi saatler arasında ve kaça bölünerek kullanılacağını işçi kendisi belirler. Bu süre günlük çalışma süresinden sayılır

 

İşte bu izin süreleri içinde, sigortalı çocuğunu emzirmek üzere işyerinden ayrıldığı sırada veya işyerine dönerken bir kazaya uğrarsa, 5510/13.d maddesi uyarınca burada yine bir iş kazası sayılmaktadır.

 

Yargıtay’a göre de, sigortalının emzirme izni süresi içinde işyerine gelmek üzere yolda karşıdan karşıya geçerken bir aracın çarpması sonucu ölmesi iş kazasıdır. Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 10.6.1983 tarih ve 328/652 kararında: “İki saat emzirme (süt) izni verilen sigortalı, bu izin süresi içinde işyerine gelmek üzere yolda karşıdan karşıya geçerken davalının kullandığı motorlu taşıtın çarpması sonucu vefat etmiştir. İş Kanunu’nun. 62. maddesine göre, emzikli kadın işçilerin çocuklarına süt vermek için belirtilen süreler, iş süresinden sayılır ve iş süresinden sayılan zaman içerisinde işyerine gelirken uğranılan kaza da iş kazasıdır.” diyerek sigortalı kadının çocuğunu emzirmek için işyerinden ayrıldığı izin süresi içinde meydana gelen kazıyı iş kazası olarak kabul etmiştir.  

 

5)    Sigortalıların, işverence sağlanan bir taşıtla işin yapıldığı yere gidiş gelişi sırasında kazaya uğraması

 

5510 sayılı yasanın 13/e maddesi hükmü uyarınca, sigortalıların işverence sağlanan bir taşıtla işin yapıldığı yere gidiş geliş sırasında kazaya uğramaları durumunda, bu olay da iş kazası sayılır.

 

Sözkonusu hükmün uygulanabilmesi iki koşulun varlığına bağlıdır: Bunlardan birincisi, taşıtın (aracın) işveren tarafından sağlanması; ikincisi ise, sigortalıların işin yapıldığı yere gidiş gelişi sırasında kazaya uğramalarıdır. Bu konuda Yargıtay kararlarına bakıldığında; çoğunluğunun 5510 sayılı yasanın 13/e fıkrası ile paralel mülga 506 sayılı yasanın 11/A.e fıkrasındaki “topluca getirilip götürülmeleri sırasında” meydana gelen kazalar ile ilgili olduğu görülecektir.

 

Örneğin, Yargıtay’ın önüne gelen bir olayda, “...uyuşmazlık, sigortalının işe gitmek için işveren tarafından belirlenen durakta servis aracı beklerken üçüncü şahsa ait aracın çarpması sonucu oluşan zararlandırıcı sigorta olayının iş kazası sayılıp sayılmayacağı noktasındadır. Somut olayda sigortalının, servis aracına binmek üzere işveren tarafından belirlenen yerde beklediği sırada arızaya maruz kaldığı açıktır. Hal böyle olunca ve özellikle zararlandırıcı olayın 506 sayılı yasanın 11/A.e fıkrasında vurgulandığı üzere sigortalıların işverence sağlanan taşıtla işin yapıldığı yere topluca getirilip görülmeleri sırasında, başka bir anlatımla, servis aracına binmek üzere işveren tarafından belirlenen yerde beklediği sırada oluştuğuna göre, sigorta olayının iş kazası sayılması gerektiği hukuksal gerçeği ortadadır. Zira, “e” fıkrasında, “götürülmesi sırasında” sözcüklerinin sigortalının işveren tarafından belirlenen yerde servis aracına binmek üzere toplu olarak bulundukları hazırlık dönemini de kapsadığı söz götürmez. Öte yandan, “götürme sırasında” sözcüklerinin salt servis aracında geçen süreyi değil, servis aracına binmeden önceki süreyi de kapsadığı biçiminde yorumlamak, sosyal güvenlik hukukunun ilkelerine de uygun düşeceği tartışmasızdır. [ Yarg. 21.HD., 14.5.1996 tarih, 2674/2738 sayılı kararı] şeklinde değerlendirme yapmıştır.

 

Öte yandan, 5510 sayılı yasanın 13/e fıkrasında sözü edilen “taşıt” (veya araç), işyerinin mal veya hizmet üretiminde doğrudan veya dolaylı olarak kullanılan bir taşıt değildir. Çünkü, işyerinde görülmekte olan işe ait teknik sonucun gerçekleşmesine katkısı bulunan araçlar işyerinden sayılır. Böyle bir durumda ise 5510 sayılı yasanın 13/a fıkrasının uygulama alanı bulacağı açıktır. Buna karşılık işin niteliğinden doğmayan (İş Kanunu, mad:.66/son), daha çok sosyal yardım amacıyla yapılan taşımalarda kullanılan araçlar işyerinden sayılmaz.

 

Bu bakımdan, aracın işverene ait olup olmaması da önem taşımaz. Burada sözü edilen aracın işveren işçilerini başka birisinden kiraladığı otobüsle işyerine getirip götürmekte ise, sadece bu işi gören; sosyal amaçla taşıma yapan bu aracın işyerinden sayılması sözkonusu olmaz. O halde, işin niteliğinden doğmayan, özellikle sosyal yardım amacıyla yapılan taşımalar sırasında meydana gelen kazalarda “e” fıkrası uygulama alanı ve olanağı bulacaktır. İşverenin, işçilerin işyerine gidişi gelişi için üçüncü şahısla bir taşıma sözleşmesi yapması durumunda, araçta geçirilen kaza bunun tipik bir örneğini oluşturur.

 

Genellikle trafik kazaları, iş kazası olarak kabul edilmektedir. Ancak, 5510 sayılı yasanın 13/e maddesinin mutlak ifadesi karşısında sadece trafik kazaları değil taşıma ile ilgili tüm olayların da iş kazası olarak sayılması gerekir. Sigortalının araca binerken elini sıkıştırması, dışarıdan açılan ateş sonucu yaralanması, taşıt içinde diğer sigortalılarla kavga ederken yaralanması gibi durumlar da iş kazası sayılacaktır.

 

Yargıtay önüne gelen bir uyuşmazlıkta, “... sigortalının, işyerinin hem yazarı, hem de genel koordinatörü olmasına ve tanık beyanıyla anlaşılan çalışma düzenine göre, belli mesai saatlerine bağlı olmayıp, işine erken başlayıp geç saatlere kadar çalıştığı, işin ve görevin niteliği itibariyle kendisine topluca işyerine getirip götürme kuralı uygulanamayacağından, işverence, özel bir araç tahsis edilmesine ve bu araçla, evinden işyerine gidip gelmesine ve olay günü de evinden çıkıp işyeri olan ... Gazetesi’ne gitmek üzere bu araca binip hareket etmek üzere iken teröristlerin silahlı saldırısı sonucu şoförüyle birlikte ölmesine, 506 sayılı Kanunun 11/A-e maddesindeki amacın, sigortalı işverenin aracıyla işe getirilip götürülürken uğradığı olayları iş kazası saymak olmasına, kanun koyucunun işverenin aracıyla işe getirilip götürülenlere güvence sağlamayı düşünmesine, bu konuda toplu ve münferit taşımalar arasında bir ayrım gözetilemeyeceğine ve böyle bir ayrımın kanun koyucunun amacı ve sosyal güvenlik ilkelerine ters düşeceğine, toplu taşımaya güvence sağlanırken, münferit taşımaları dışlamanın lojik olmayacağı gibi, çoğun içinde azın da bulunacağı kuralıyla da bağdaşmayacağına ve bu düşüncelerle toplu sözcüğünün münferit taşımaları da kapsadığının kabulü gerekmesine göre...” olayı iş kazası olarak değerlendirmiştir. [Yarg.10. HD., 19.6.1992 tarihli, 1991-15658/1992-6893 sayılı kararı]. Söz konusu karara konu olan olayda, ölenin işi ve mevkiiyle ölüm olayı arasında uygun illiyet bağı vardır. Ancak, bunun yetmeyeceği düşünülmektedir. Çünkü, ölenin işyerindeki çalışma düzeni ne olursa olsun işyerine bireysel taşınan bir kimsenin uğradığı kazanın iş kazası sayılması mülga 506 sayılı Kanunun, madde 11/A-e fıkrasına açık hükmüne aykırı görülmektedir. Kazanın iş kazası sayılması için açıkça işçilerin işverence toplu taşıma için sağlanan bir araçla toplu olarak götürülüp getirilmeleri aranmıştır. İşte bu nedenledir ki, 5510 sayılı yasanın 13/e fıkrasına bundan böyle sadece “gidiş gelişi sırasında” sözcükleri konulmuştur.

 

Yargıtay, diğer bir kararında; işçilerin işverence sağlanan servis aracıyla iş elbisesi provası için Urfa’dan Silvan’a götürülürken yolda teröristlerce aracın durdurularak içindekilerin silahla taranması sonucu öldürülmesi olayını da haklı olarak iş kazası saymış ancak, bir yandan üçüncü kişilerin ağır kusuru sonucu iş görme ile kaza olayı arasında sebep-sonuç bağının kesilmesi, öte yandan işverenden genel yol güvenliğinin sağlanmasının beklenemeyeceği açılarından işvereni olaydan sorumlu tutmamıştır. [Yarg. 9. HD., 4.7.1985 tarihli, 4294/7382 sayılı kararı]

 

Sonuç olarak, örneğin iş kazasına uğrayan sigortalının hastanede tedavi edildikten sonra taburcu edilip evine dönerken trafik kazası sonucu ölmesi 5510 sayılı yasanın 13. maddesindeki beş durumdan hiçbirine girmediği için iş kazası sayılmaz. [Yarg. 10.HD., 25.5.1989 tarihli, 3064/4630 sayılı kararı] Aynı şekilde, sigortalının işyerine gitmek amacıyla bindiği belediye otobüsünden durakta inip, yolun karşı tarafına geçmek isterken, başka bir aracın çarpmasıyla yaralanması da iş kazası sayılmaz. [Yarg. 9.HD., 26.9.1989 tarihli, 4351/6491 sayılı kararı]

 

C. Meydana gelen kazada uygun “illiyet rabıtasının” (nedensellik bağının) bulunması

 

5510 sayılı yasanın 13. maddesi iş kazasını, sigortalıyı zarara uğratan olay biçiminde nitelendirmiş olması, nedensellik (illiyet) bağını iş kazasının bir unsuru konumuna sokmuştur. O halde, bir kaza olayının varlığı yeterli değildir; bu olay ile sigortalının uğramış bulunduğu bedensel veya ruhsal zarar arasında bir ilişkinin bulunması; başka bir ifadeyle, “neden” ile “sonuç” arasında bir bağın varlığı gereklidir. Dolayısıyla işçinin geçirmiş olduğu her kaza iş kazası sayılmaz. Bir olayın iş kazası olarak değerlendirilebilmesi illiyet bağının bulunmasına bağlıdır.

 

1)    Sigortalının yaptığı iş ile kaza olayı arasında illiyet bağının bulunması:

 

Yapılan iş ile meydana gelen kaza arasında illiyet bağının bulunduğu hakkında iş hukuku öğretisinde görüş birliği hemen hemen bulunmamaktadır. Bir görüşe göre, 5510 sayılı yasanın 13. maddesi, hangi durumlarda meydana gelen olayların iş kazası sayılacağını açık bir biçimde belirlemiştir. Dolayısıyla, bir olay bu maddede öngörülen hususlardan birinde veya bir kaçında meydana gelmişse, o olay iş kazası sayılır. Diğer bir deyişle, kanun iş kazasının varlığı için olayın maddede sayılan durumlardan birinde meydana gelmesini yeterli görmüştür.

 

Diğer bir görüşe göre ise, meydana gelen kazanın yapılan işle uygun nedensellik (illiyet) bağı içinde bulunması gerekir. Bir kazanın iş kazası sayılabilmesi için sigortalının gördüğü işle kaza olayı arasında uygun illiyet bağı bulunması gerekir. İş kazasında illiyet bağından amaç, olayların normal akışına ve teamüllere göre meydana gelen kazanın sigortalının gördüğü işin bir sonucu olmasıdır. Bu itibarla, iş kazasının kabul edilebilmesi için, kaza ile yapılan iş arasında bir illiyet ve otorite ilişkisi bulunmalıdır. [Yarg. 10. HD. 24.06.1976 tarih, 77/506 sayılı kararı, Yarg. 21.HD., 20.11.2003 tarih, 9435/9645 sayılı kararı]

 

Otorite ilişkisi, işçi, işverene sadece hizmet ediminde bulunmayı değil, aynı zamanda onun otoritesi altına girmeyi, direktifleri uyarınca iş görmeyi de söz vermiştir. Bu nedenle, otorite ilişkisinin bulunduğu bir sırada, kazaya uğrayan işçi, hizmet borcunu ifa ederken veya hizmet dolayısıyla kazaya uğramış, bu nedenle yaptığı işle kaza arasında illiyet bağı gerçekleşmiştir.

 

Bu görüş çerçevesinde, bir kaza, 5510 sayılı yasanın 13. maddesinde sayılan haller içinde meydana gelmiş olsa dahi onun işle bir ilgisi olup olmadığını saptamak için kazanın işverenin otoritesi altında meydana gelip gelmediğini araştırmak gerekir. Ancak, otorite kıstasını çok mutlak anlamda almamak yerinde olacaktır. Kazaya uğranıldığı sırada görülmekte olan işin işverenin çıkarlarına (ya da işletme amaçlarına) hizmet ettiği hallerde sigortalının, işverenin otoritesi altında bulunduğunu kabul etmek gerekir.[8]

Oysa, Yargıtay bir kararında; bir olayda tatil sitesi bekçisinin verilmiş bir işveren talimatı, bir bilgi ve ehliyeti olmadığı halde elektrik arızasını gidermek amacıyla girdiği elektrik trafosunda kazaya uğramasını iş kazası saymış fakat bunda kusuru bulunmadığı için işvereni sorumlu tutmamıştır. [Yarg. 10.HD., 10.6.1997 tarih, 35467/4421 sayılı kararı]

 

Yargıtay’a göre, sigortalının işverene ait malı kurtarmak amacı ile denize dalması sonucu ölümü bir iş kazasıdır. [Yarg 9.HD., 8.10.1971 tarih, 7035/21158 sayılı kararı] Yine işyerinde tartışma sonucu kalp durmasından ötürü ölüm olayı da iş kazası olarak nitelendirilmiştir. [Yarg 10.HD., 10.12.1976 tarih, 4160/8438 sayılı kararı] Buna karşılık, sigortalının izinli iken ve düğün dönüşü arkadaşı tarafından tabanca ile kasten yaralanması iş kazası olarak kabul edilmemiştir. [Yarg 10. HD., 30.11.1982 tarih, 43227/5318 sayılı kararı] Aynı şekilde, sigortalının iş kazası sonucu yaralanıp hastanede tedavi gördükten sonra memleketine giderken trafik kazası geçirerek ölmesi iş kazası sayılmamıştır. [Yarg 10.HD., 25.5.1989 tarih, 3064/4630 sayılı kararı]

 

Yargıtay’ın bazı kararlarında, “işverenin eylemi ile zararlandırıcı olay arasında” neden-sonuç bağı aradığı görülmektedir.

 

2) Kaza olayı ile uğranılan zarar arasında bağlantı

 

Uygun nedensellik bağının “kaza olayı” ile meydana gelen “zarar” arasında da bulunması gerekir. Bir başka deyişle, sigortalının bedenen ya da ruhen özüre uğratan yahut ölümün, olayların normal akışına ve teamüllere göre meydana gelen olay sonucu ortaya çıktığı kanıtlanmalıdır. Ancak bu her zaman kolay olmamaktadır. Her somut olayı kendi koşulları içinde değerlendirmek uygun olacaktır. Yargıtay bir kararında; “Ölüm sebebinin; irinli menenjit olduğu, harici travma olayına rastlanmadığı, bu sonuç ile iş ve işyeri arsında illiyet bağının bulunmadığı anlaşılmıştır. Bu halde, ağır ve tehlikeli işlerde çalışmaya elverişli bulunduğuna dair işe giriş raporu alınmadan ve periyodik muayenelere tabi tutulmadan işte çalıştırılmasının mukavemetini kırması yüzünden hastalanmadığına göre, illiyet bağının oluştuğuna ilişkin olup, maden mühendisi olarak tıbbi konularda uzmanlığı bulunmayan yetersiz bilirkişi raporuna dayanılarak olayın iş kazası sayılması yasaya aykırıdır.” demiştir.[9]

 

Yargıtay verdiği birçok kararında bu anlamda uygun illiyet bağının varlığını aramıştır. Bir olayda, sigortalı işyerinde sıva yaparken iskeleden ayağı kaymış ve ayağında bir sıyrılma meydana gelmiştir. Bu olaydan 8 gün sonra bu kişi septi-semi şoku[10] nedeniyle böbrek yetmezliğinden ölmüştür. Yargıtay, ayak sıyrılması olayı ile septi-semi hastalığı ve akut böbrek yetmezliği arasında uygun neden-sonuç bağı var ise, olay SSK.11/A hükmü çerçevesinde iş kazası sayılacaktır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu da Özel Dairenin bu kararını yerinde bulmuştur.[11]

 

Bir başka sorun olarak zararın, kazanın üzerinden uzun zaman geçtikten sonra ortaya çıkması halinde nedensellik bağının tespitinin daha zor olduğu ortaya çıkmaktadır. Yargıtay’ın 2002 yılında verdiği bir karara konu olan olay, nedensellik bağının tespiti bakımından önem taşımaktadır. Karara konu olan olayda, 1991 yılında meydana gelen kazada davacının sağ gözüne metal çapağı kaçmış, sigortalı tedavi görerek iyileşmiş, aradan yedi yıl geçtikten sonra kurumuş bir boya nedeniyle sağ gözünde yeniden bir araz ortaya çıkmıştır. Davacı, arazın, 1991 yılında meydana gelen kaza sonucu olduğu iddiasıyla, maddi ve manevi tazminat davası açmış, mahkemece istek doğrultusunda karar verilmiştir. Ancak, Yargıtay 21. Hukuk Dairesi “zararlandırıcı olay ile meydana gelen araz arasında” nedensellik bağının kurulmamış olması ve maddi olgu ve zararlandırıcı olayın hangi nedene bağlandığının saptanmaması gerekçeleriyle kararı bozmuştur. [Yarg. 21.HD., 28.5.2002 tarihli, 3005/5017 sayılı kararı]

 

D. Sigortalının kaza sonucu “bedenen veya ruhen özüre” uğraması:

 

Bir iş kazasından söz edebilmek için, sigortalının karşılaştığı olay nedeniyle hemen veya sonradan bedenen ya da ruhen bir özürle karşılaşmış olması gerekir. Buradaki özür, meydana gelen iş kazasında yaralanma veya ölüm ile ortaya çıkan zararlara denir. Uğranılan zararın en azından sosyal sigorta yardımlarının Kurumca sağlanmasını gerektirecek nitelikte ve derecede olması yeterli olacaktır. Bu ölçüde olmayan, örneğin gündelik iş hayatında sıkça rastlanan önemsiz yaralar, sıyrıklar iş kazası olarak nitelendirilmemelidir.

 

Bunların dışında kalan her türlü yaralanma, sakatlanma, kırık, yanık, körlük, sağırlık gibi dış organlarda meydana gelen arızalarla, iç kanama, beyin sarsıntısı gibi iç organlardaki arızalar, iş kazası olarak kabul edilecektir. Olay sonucu sigortalının yaşamını yitirmesi de kuşkusuz bir iş kazasıdır. Sigortalının uğradığı kaza nedeniyle, ruhen bir özüre uğraması da iş kazası kapsamına girer. Örneğin akıl hastalığı, hafıza kaybı, zihinsel yorgunluk, sürekli sinir bozuklukları iş kazası sayılır.

 

Fiziki görünüşün değişmesi, estetik ve güzelliğin azalması veya kaybı, tik sahibi olmak veya elin, ayağın titremesi, koklama, görme, işitme ve sair duygularla cinsel iktidarın azalması, kaybolması da vücut bütünlüğünün ihlali olarak nitelendirilir.

 

Vücut bütünlüğünün ihlali veya ölüm, kaza sonucu hemen gerçekleşebileceği gibi, belirli bir süre sonra da ortaya çıkabilir. Örneğin; işçi, işini yürüttüğü makine veya aletlerden birinin üzerine düşmesiyle birlikte ölmüş veya yaralanmışsa, zarar hemen; ölüm veya yaralanma, düşme olayından belirli bir süre sonra meydana çıkmışsa, zarar sonradan hasıl olmuş demektir.

 

Sonuç olarak özetle; Yargıtay bazı kararlarında, Sosyal Güvenlik Hukukunun sigortalıyı koruma amacından hareketle, iş kazasının belirlenmesi hususundaki ölçütlerde olabildiğince esnek davranırken, bazı kararlarında ise, olasılıkla tazminat miktarlarının yüksekliği nedeniyle, illiyet bağını katı bir biçimde yorumlamaktadır. Bunun sonucu olarak, 5510 sayılı yasanın 13. maddesi hükmünün uygulama alanı bazen önemli ölçüde genişlemekte bazen daralmaktadır.

 

 

YARARLANILAN KAYNAKLAR*

AKIN Levent : İş Kazasından Doğan Maddi Tazminat, Ankara 2001.

ARICI Kadir : Sosyal Sigortalar, Tebliğ, Yargıtayın İş Hukukuna İlişkin Kararlarının Değerlendirilmesi 1997, İstanbul 1999.

ATABEK Reşat : İş Kazası ve Sigortası, İstanbul 1978.

CENTEL Tankut : Sosyal Sigortalar, Tebliğ, Yargıtayın İş Hukukuna İlişkin Kararlarının Değerlendirilmesi 1996, İstanbul 1998.

ÇALIŞMA HAYATI İLE İLGİLİ YARGITAY KARARLARI, 1990-1995, KAMU-İŞ, Ankara 1996., kutuphane.tbmm.gov.tr

ÇENBERCİ Mustafa : Sosyal Sigortalar Kanunu Şerhi, Ankara 1985.

ESENER Turhan: İş Hukuku, Ankara 1978.

GÜLVER Ender İ.Ü. Hukuk Fakültesi Araş. Gör. Karar İncelemesi: İş Kazası Kavramı SSK.nun 11. maddesinde Belirtilen Hâl Ve Durumların Bağımsızlığı makalesi

OĞUZMAN Kemal : Sosyal Sigortalar, Genel Görüşme, Yargıtayın İş Hukuku Kararlarının Değerlendirilmesi 1987, İstanbul 1989 (Değerlendirme 1987).

OKUR Ali Rıza: Sosyal Sigorta Türleri, Genel Görüşme, Yargıtayın İş Hukuku Kararlarının Değerlendirilmesi 1987, İstanbul 1989 (Genel Görüşme 1987).

SÖZER Ali Nazım : Sosyal Sigortalar, Tebliğ, Yargıtayın İş Hukukuna İlişkin Kararlarının Değerlendirilmesi 1995, İstanbul 1997 (Değerlendirme 1995).

SÜZEK Sarper : İş Güvenliği Hukuku, Ankara 1985 (İş Güvenliği).

TUNCAY A.Can : Sosyal Sigortalar, Tebliğ, Yargıtayın İş Hukukuna İlişkin Kararlarının Değerlendirilmesi 2000, Ankara 2002 (Değerlendirme 2000).

ULUSAN İlhan : Özellikle Borçlar Hukuku ve İş Hukuku Açısından İşverenin İşçiyi Gözetme Borcu ve Bundan Doğan Hukuki Sorumluluğu, İstanbul 1990.


 

[1] Ali Nazım Sözer, Türk Sosyal Sigortalar Hukukunda İş Kazası Kavramı ve Unsurları, Prof.Dr.Nuri Çelik'e Armağan, C.2, İstanbul 2001, 1893].

[2]  Benzer tanımlar için bak; Fikret Eren, Borçlar Hukuku ve İş Hukuku Açısından İşverenin İş Kazası ve Meslek Hastalığından Sorumluluğu, Ankara 1974, 5; Halid Kemal Elbir, Sosyal Güvenlik Hukuku Notları, Fasikül 1, 1979/1980 Ders Yılı, 40,41; Kenan Tunçomağ, Sosyal Güvenlik Kavramı ve Sosyal Sigortalar, İstanbul 1990, 259; A.Can Tuncay, Sosyal Güvenlik Hukuku Dersleri, İstanbul 2000, 219; Ali Güzel/Ali Rıza Okur, Sosyal Güvenlik Hukuku, İstanbul 1999, 174; Müjdat Şakar, Sosyal Sigortalar Uygulaması, İstanbul 1998, 141; Yusuf Alper, Türkiye'de Sosyal Güvenlik ve Sosyal Sigortalar (SSK, Bağ-Kur), İstanbul 1999, 164; Ulusan, 71; Üçışık, 91

[3] Arş. Gör. Yalçın BOSTANCI,  Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi İş ve Sosyal Güvenlik Hukuku Anabilim Dalı

 

[4] EREN, s.9; GÜZEL/ OKUR, s.229; TUNCAY, Sosyal Güvenlik, s.238.

 

[5] Hukuk Genel Kurulu,  13.10.2004 Tarihli, 2004/21-529 Esas No.lu,  2004/527 No.lu kararı

 

[6]  TAŞKENT, s.1956; Aksi yöndeki görüşe göre, “... kaza işyerinde olmuş olsa dahi işle bir ilgisi bulunmadığından grev esnasında grevcinin uğradığı kaza iş kazası değildir” (ESENER Turhan, İş Hukuku, Ankara 1978, s.633; TUNCAY, Sosyal Güvenlik, s.242).

[7] GÜZEL/ OKUR, s.231; Ülkemizde bir çok işyerinde işverenlerin ve işveren vekillerinin işyerinin araçlarından ve tesisatçı gibi yetişmiş elemanlarından kendi özel ihtiyaçlarını karşılamak için faydalandıkları, işyeri çalışanlarını bu amaçla görevlendirdikleri yaygın bir uygulamadır. İşverenin kendi özel ihtiyaçları için sigortalıları görevlendirmesi esnasında meydana gelen olayların iş kazası olarak bildirilip bildirilmemesi veya iş kazası sayılıp sayılmaması, Kurum, işveren ve sigortalı açısından ciddi sıkıntılar yaratmakta dolayısıyla sigortalı mağdur olmaktadır.

[8] TUNCAY, Sosyal Güvenlik, s.241.

 

[9] ERTÜRK, s.130,131

[10]  Çeşitli bakterilerin, mikropların, virüslerin ve tekhücreli parazitlerin kanda serbest olarak dolaşıp çoğalmalarına bekteriyemi veya septi-semi denir

[11] YHGK., 7.3.1990 tarihli, 10-40/147 sayılı, (GÜZEL, Değerlendirme 1990, s.179)